Zeliha Çelebi, 1942 yılında Sarız’a bağlı Çağşak köyünden  Mehmet (Memed-i Dırej) ve Hanım’dan doğan dört erkek ve ailenin tek kızı olarak dünyaya gelir. Kendisiyle 22 Temmuz 2010 tarihinde yaptığım söyleşide, Kırkısrak köyünden Süleyman Çelebi ile yaptığı evliliğe ilişkin; “İnancın olsun ki tavsiye üzeri Süleyman geldi beni buldu. Tanıştık, konuştuk, hoşlaştık ve sonunda isteyerek evlendik. Önceden kesinlikle ne görmüşlüğüm, ne de tanışmışlığım vardı. Kaynanam Emiş anne, Çağşak köyünden Tunç’lardan olur. Beni eşime o önermiş. Bence çok iyi raslantı olmuş.”

Kırkısrak’a gelin olarak geldiği döneme ilişkin bir değerlendirme yapması hususundaki soruma; “O günün (geçmişin) Kırkısrak insanını fener ışığıyla değil, güneş ışığıyla arasan zor bulunacak insanlardı. Köydeki her yaşlı insan, benim için bir anne ve baba gibiydi. Onlar benim her şeyimdi. Onlardan gördüğüm değeri ve insanlığı anlatamam. …Zaman zaman kendi kendime ‘Ne mutlu ki Kırkısrak’a gelin gelmişim’ derdim. Bunu gururla her yerde, her zaman söylüyorum.” Zeliha Çelebi’nin geldiği Çağşak köyü Alevi inançlı, ancak Kırkısrak ve çevre köyler baz alındığında, Alevilik inancı içinde bölgede gelişen ve bölgeye özgü Hakikatçılar (Şıxlar) olarak bilinen, düşünce insanlarıyla Kırkısrak’ta karşılaştığında, -ki evlilik yaptığı aile de bu öğretinin içinde yer alan ailelerden biri, o günkü yargılarıyla Hakikatçılara ilişkin düşüncelerinde; “Evet, başlangıçta Hakikatçıların (Şıxlar) kim olduğunu, neler savunduklarını bilmediğim için, yüreklice söyleyebilirim ki her insan gibi ben de yadırgadım. Nedenine gelince, aralarında çok güçlü bir ilişki vardı. Ben onları hayranlıkla izliyordum. Bunları anlatmamdaki neden ise, onların ikinci neslini tanıdıktan sonra gecelerim gündüz, gündüzlerim gece oldu. Şunu belirtmeliyim ki; Hakikatçıların arasına girmemdeki en büyük etken onların güzel davranışları olsa da, ancak eşim Süleyman bu anlamda onlarla iletişim içinde olmamı sağladı. Yaşamımda Süleyman hem kocam hem de hocamdı. İşte o güzel insanları ve onların düşüncelerini tanıma fırsatı bulunca, bu kez Süleyman’dan çok ben kendimi o değerlerin içinde yer almaya, onlarla kaynaşmaya, yakınlaşmaya başlayarak aralıksız muhabbetlerinde bulundum.”

Zeliha Çelebi Kırkısrak’a geldiği dönemlerde, hemen hemen her ev Hakikatçılar Meclisi’nin bir araya geldiği muhabbet yeri, Çelebi ailesinin hane kapıları Hakikatçılara ve onların dostlarının uğrak hanelerinden biridir. “Bizim ev tam bir dost evi, gerçek erenlerin, erdemli insanların uğrak yeriydi. Bundan dolayı da çocuklarımdan birinin adı da “Erdem” dir. Tümü temiz, sevgi yüklü, dürüst, yardımsever, iyiliksever, barışsever, hoş sohbet insanlardı. Bu düşünce ve anlayış beni kendilerine âşık ettirdi. Ne mi yaparlardı? Kin, nefret, kusur yoktu onlarda. Tüm bunlar onlara göre “yürek kiriydi.” Kırkısrak ve çevre köylerde ortaya çıkan her olumsuzluğu çözer, mutlaka barış sağlarlardı. Toplu söyleşilerinde gerek saz, gerek deyiş, gerek söz eksik olmazdı. Her sözleri insanı şekillendiren, yön veren, doğruluk yolunu gösterirdi. O dönem dâhil, benim hep söylediğim; “Bu anlayış, dürüst ve paylaşmayı bilen insanların örgütü” idi. Demem şu ki, bizde kin ve kibir olmazdı. Hakk diye aradığımız güç ise sevginin içinde idi ve sevgi de bu insanların yaratılışında vardı. Toparlamam gerekirse, o insanlar gerçekten erişilmesi zor işleri başardılar.”

Ömrünün büyük bir bölümünü birlikte geçirdiği hayat arkadaşı, canı, eşi Süleyman Çelebi ve şiirleri üzerine; “Süleyman benim aşkım, sevgilim, eşim, yoldaşım ve her şeyimdi. Kendisi bir doğruluk timsaliydı. Dile kolay 52 yıl birlikte bir ömür geçirdik (yıl 2010). Evet, Süleyman daha önceleri zaman zaman şiirler yazardı. Yazdıklarını benimle paylaşır ve mutlaka okurdu. Hatta okuduğu kitapları da paylaşırdı. Çünkü benim okuma yazmam yoktu. Bir süre sonra şiir yazmayı bıraktı. Niye derseniz dünya şartlarının yarattığı ekonomik sıkıntı onu şiirden uzaklaştırdı. İçtenlikle söyleyeyim ki, ezberim zayıfladığından şu anda hiç bir şiiri aklımda kalmadı desem yeridir. Bildiğim kadarıyla mevcut şiirleri oğlum Ali de olması gerekir.”

Hakikatçı inancın içinde yıllarca birlikte olduğu, sazı ve sözü dinlenen, muhabbet cemlerinde ozanlara ilişkin; “İbik-î Kurçe (İbrahim Erdem) ve Pazarcıklı Ali gerçekten saz ve söz ustalarıydı. Cemiyette ayrı bir yerleri vardı. Güzel, duygulu ve ustaca deyişler söylerlerdi. Gerçekten herkes zevkle dinlerdi. Ayrıca Âşık Mehmet (Erişir), Ali Canbolat (Döndü halamın oğlu), Mehmet Duman, Qino (Mustafa Duman), Ali Kale (Büyük Ali Armağan), İbreti (Hıdır Gürel) güzel saz çalarlardı.” Kâbe’si “kalbi” ve kıblesi “olgun insan” olan, Hakk’ı insanda gören bu anlayışın o dönemindeki ileri gelenleri kimlerdi dediğimde; “Elbette ki deden Haydar-ı Doçdırej, Âşık Mehmet, Hûsen-i Allık-e (Hüseyin Duman), Hıdır Gürel (İbreti), Mıstık-i Kulûtan (Mustafa Erdoğan), Baban Kûşo (Hüseyin Ülger), Mamık-i Kosa’nın oğlu Gedayi Hoca (Hüseyin Akyol), Ali Qale (Armağan) aklıma gelen ilk insanlar.” Yine aynı Hakikatçılar Meclisinde yer alan ve birlikte olduğu, sözü dinlenen kadınlara ilişkin; “Afê Kamalak özellikle dinlenen, akıllı, hoş sohbet bir insandı. Yabancı (Sünni) olmasına karşın bu kültürü bizden daha iyi benimseyip savunan ve hayata geçiren Emiş Ana (Emiş Uzun), Maviş Kamalak, Êle (Celal’ın hanımı), daha önceleri Hanife (İbrahim Erdem’in eşi), büyük ve küçük Meryem Armağan’lar, Sabır Yılmaz, annen Anişe (Ayşe Ülger), Altun Uzun, Güllü Dursun, Sultan Çelebi, Sultan Uzun şu anda hatırlayabildiklerim. Kendimden bahsetmeyi uygun bulmadığım için, çönkü onlarla sürekli can cana birlikte idik.”

Herhangi bir okul yaşamı olmayan ozanın aldığı eğitim, insanı kâmil olma yolundaki çabaları ile içinde yetiştiği Hakikatçılar Meclisinden aldığı değer yargılarıyla eğitimini tamamlar. Okuma-yazmayı kendi çabalarıyla öğrenmesi üzerine şiir denemelerine başlar. Yazdığı şiirlerin dostları tarafından beğenilmesi, değer görmesi ile kendisinde var olan ozanlık duygularıyla şiir yazmayı sürdürür. Şiir yazma hususunda Afê Ana ve Erdem Baba’dan etkilendiğini belirten Zeliha Çelebi, eşi Süleyman’ın da bu hususta büyük katkılarının olduğunu belirtti. Yazdığı şiirlerde “Fedakâr” mahlasını kullanan kadın ozanımız, geçmişte kimi cenazelerde ağıt yakması şiire olan yakınlığının bir başka ifadesi olarak gösterilebilir. Şiirlerinde kullandığı ‘Fedakâr’ mahlasına ilişkin; “Yaşamım fedakârlıklarla dolu olduğu için Fedakâr mahlasını kullanıyorum. Şiir ve ağıtlara gelince; her şiirimin bende mutlaka bir anısı vardır. Etkilendiğim her şey şiirlerimin konusu olmuştur. Aşk, dostluk, gerçekler, acı, ölüm, toplumsal haksızlıklar; yalan, ikiyüzlülük, yoksulluk, ne bileyim duyarlılık gösterdiğim ve duygulandığım her şey şiirlerimin konusu.” 63 yaşından sonra şiir yazmaya başlayan ve bu güne kadar onlarca şiir yazan Zeliha Çelebi, şiirlerini topladığı defterinin kimi sayfaları torunları tarafından koparılmasına karşın, koruma altına aldığı şiirlerini de ilk kez benimle paylaştı. Fedakâr’ın ozanlığından bahsederken; İngiltere’de yaşamını sürdüren oğlu Metin Çelebi de Hakikatçı öğretinin kaynağında yetişen ve ailesinden aldığı değerlerle, şiir yazmayı sürdüren genç ozanlarımızdan biridir.

Kadın ozanımız Fedakâr’la yaptığım söyleşide, eşi Süleyman’ın Hakk’a yürümesinden sonra (2008) yazdığı “Gitme Sevgilim) adlı şiirini ozanın izniyle yer verdiğim, onun duygu yaşamında önemli bir yeri vardır. (A. Haydar Ülger. Ağıtlar ve Mezar Taşı Yazıları, s. 117)

Kaynak: Ali Haydar Ülger

Hakikatçı Alevilik Hukuku

Ozanlar Antolojisi

Eserlerinden Bazıları:

Hiç Gelme

Gerçeklere ermek asıl niyetim

Cahil-i nadanla olmaz sohbetim

Kâmillerle konup göçmek âdetim

Göç beraber değil, ise hiç gelme

Boş iş ve dünyayla uğraşma sakın

Dost ile dost olup hem Hakk’a yakın

Hakk’ın cemaline ermek merakım

Dostluğun has değil, ise hiç gelme

Hakikatın çok halleri bilinmez

Beraberlik yoksa Hakk’a varılmaz

Yüz bin yolları var, kolay geçilmez

İkrarın bir değil, ise hiç gelme

Herkesin muradı menzile varmak

O kapıya varıp didara durmak

Müşkül arz eyleyip, sualler sormak

Özün cesur değil, ise hiç gelme

Fedakâr’ım bekler rıza babını

Dosta beyan eder her hesabını

Elinden bırakmaz aşk kitabını

Hesap doğru değil, ise hiç gelme

Efendim

Gerçek insanlar göçmüş, köyüm yitmiş dediler

Onların yerine, baykuşlar konmuş dediler

Saygı ile sevginin, çırası sönmüş dediler

Çıramız sönmeden tez gel efendim

Gerçekler fani oldu, kalanları hep zahir

Suçsuzları suçlamak ne de çirkin bir küfür

Kalanların bir kısmı, hem beladır hem nahır

Bela kapımızı çalmadan tez gel efendim

Sordum, nerede insanlığınız nerde

Çok dolaştım selam verilmez ferde

Kimi ekmek peşinde, yırtık döşeği yerde

Başımıza çığ düşmeden tez gel efendim

Değeri yitmiş köyümün, yoktur kâmilin soyu

Yolsuzları çoğalmış, belli değildir sayı

Kimisi olmuş ihbarcı, kimisi kabadayı

Değerimiz bitmeden tez gel efendim

Söylediğim gerçektir, söylemem ben yalan

İnsanlık yok olmuş, işler karışık talan

Ne dolaplar dönüyor, işte sinsice plan

Fedakâr bekliyor, tez gel efendim

Sevgilim

Ben her sabah dalgın dalgın gezerim

Selamsız, sebepsiz gittin sevgilim

Sensiz bu düğümü nasıl çözerim

Eşini terk edip, gitme sevgilim

Geleceksin diye yolun gözlerim

Sevgi yüklediğin güzel sözlerin

Kucak açıp sarıldığım dizlerin

Ateşleri yakıp, gitme sevgilim

Açıldı sinemde bin türlü yara

Uzatsam elimi yetişmez yarê

İnan yokluğundan oldum biçare

Başıma dünyayı yıkma sevgilim

Olmuşum bir bülbül başlarım zara

Bitti ömrüm, sensiz düşmüşüm dara

Yürekten çıkmıyor şu derin yara

Doktordan çare yok, gitme sevgilim

Sensiz olmak, bende büyük bir derttir

Fedakâr’ım, arzum seni görmektir

Bağrına basıp da, hiç vermemektir

Ne olur baharda gitme sevgilim

Perişan

Lanet olsun gurbet ele

Yaktı ciğer, döndü küle

Bülbül cevreyler mi güle

Güller perişan perişan

Ciğer sızlar bilmem nem var

Yürek dağlanmış halim var

Sana kurban tek canım var

Canlar perişan perişan

Ateş düşürdün özüme

Uyku girmiyor gözüme

Figan düşürdün sazıma

Teller perişan perişan

Gitme nazlım annen ağlar

Ciğer yara hicran bağlar

Sensiz yaşam neye yarar

Dünyam perişan perişan

Can dayanmaz bu efkara

Düşürdün sen ah-u zara

Neden gelmişim bu hale

Haller perişan perişan

Fadakâr der bak halime

Dağlar dayanmaz zarıma

Yokluğun zehir balıma

Ballar perişan perişan

Ne Bilir

Görünmeyen Allah yaramaz işe

Budur en doğrusu, şüphem yok haşa

İnsandan gayrıda arama boşa

Arif olan bilir, hamlar ne bilir

Uzaktan arama bulunur yakın

Görünmeyen hayal, inanma sakın

Gönül Hakk evidir, saygıyla bakın

Gören bilir, görmeyenler ne bilir

İnsanlığa hizmet değil boşuna

Kâmil bakar, büyük küçük yaşına

Tatlı muhabbette çıkar karşına

Kâmil bilir, cahil nadan ne bilir

Bilmeyip gerçeğe sitem edenler

Hakikatı koyup, sarpa gidenler

Kendi aynasına garez güdenler

Gaybet bilir, muhabbeti ne bilir

Fedakâr sohbette buldu irfanı

Canlar sevmez riya ile yalanı

Muhabbet içinde buldum mevlamı

Yol ehliler bilir, nadan ne bilir