Ozanlar, bilgelik, öngörüsü güçlü, kültür ve sanat taşıyıcısı ve türkü dokuyan isimleri ile adlandırılıp ciddi tarihsel misyona sahip olmuşlardır. Alevilik yolunun da sürdürülmesinde ve bugünlere gelmesinde bazı Dedeler kadar, Ozanlarımızın da emek verip, bedel ödedikleri bilinmektedir. Alevi yol ritüeli, ozan deyişleri ve sazla bütünleşmiş olarak yolun sürdürülmesine devam etmektedir. Alevilik, geçmişten beri sosyo- ekonomik ve dini yapılar içerisinde kendini yeniden güncelleyerek akışına devam etmektedir. Sürekli hâkim dinlerin ve ideolojilerin asimilasyonu altında kalsa da onlar gibi görünmüş ama onlar gibi hiç olmamıştır. Yok olma pahasına bu yolda direnerek yolunu korumuştur. Ozanların şiirlerinin satır aralarına yolun esaslarını saklayarak, geleneksel kültürel yapıyı hep canlı tutmuş ve devam ettirmiş kadim bir inançtır.
Bir yol, bir kültür asırlarca süren baskıya ve asimilasyon uygulamalarına kendi orijinalliğini ne kadar koruyabilir? Bu uygulamayı ozanlık geleneğinden daha çarpıcı olarak görebiliriz. Yazılı olarak taşınması zor olan, ses ve sazla kulaktan kulağa taşınmak zorunda kalan kültürün tamamı farklı farklı uygulamalara tabi tutulsa da tamamen orijinil yapısını taşımaktadır. 16. yüzyıldan sonra Sünni Osmanlı Devleti ve Şii Safevilerin baskısı aleviler üzerinde asimilasyon politikaları ve baskılar daha da artar. Esas olarak Şiilerin ve Sünnilerin dini görünen toprak gaspına Işıkçılar (Aleviler) sürekli kurban edilir. Osmanlı şeriata uygun olmadığı gerekçesiyle Şeyhülislam tarafından Şiir, deyiş, saz çalmak yasaklanır. Yalnızca Süleyman Çelebi ve İranda başlatılan Kerbela destanı anlatısı, ağıtlar ve Muhammedli, Ali’yi, ehl-beyti ve halifelere övgüleri işleyen şiirler ve edebi eserlere itiraz edilmeyip Osmanlı şeyhülislamınca cezai müyeddiyesi olmaz. Tamamen yok olmaktansa bunu bir fırsata çeviren Alevi ozanları ve pirleri nefeslerini Muhammed, Ali ve Ehl-beyt isimlerini kullanarak, Güneş yerine Muhammed’i, ay yerine de Ali’yi yerleştirerek eserlerini icra etmişlerdir. Beşyüz yıldır sürdürülen Kerbela, ehlibeyt, Ali ve Muhammedli, duaz-ı imamlar ve deyişler, Alevilerin bütün belleğini etkilemiş ve bilinç altlarına yerleşmiştir. Ayrıca Hz. Muhammed ve Hz. Ali gibi müslümanlığın önemli figürlerini dualarına, yeminlerine katıp şefaat bekler duruma getirildiler. Araştırma yapmadan bir korkudan kaynaklı edindiği bu algı, Platonun Devlet adlı eserinde yazdığı “Mağara Alegorisi”ne benzemektedir. Alevi ozanlar, Dedeler, talipler bu alegoride kopmakta zorlanmaktalar. Yazılı tarihi olmayan Aleviliğin araştırılması dahi taraflı yapıldığında, kendi gerçeklerini duyup ezberlerinin bozulmasını istememektedirler.
Alevi yolunda emek vermiş, mücadele etmiş bütün ozanlar bizler için çok kıymetlidir. Bu değerli ozanlarımızdan binlercesi Anadolu toprakları içerisinde, alevi kültürü içerisinde doğmuşlardır. Bunların içerisinden “yedi ulu ozan” günümüz Alevi kültürü içerisinde öne çıkarılmaktadır. Bunları kimin, ne zaman ve neden belirlediği konusu bilinmemektedir. Tarihsel süreç olarak 15.yüzyılda başlatılıp yaklaşık iki buçuk asırlık bir süreci kapsamaktadır. Birçok Alevilik çalışmalarında olduğu gibi bu konuda da tarih, yer ve gerekçelerini bilerek yazmamaktadırlar. Alevi toplumu içerisinde algı mühendisleri olarak çalışan bazı yazar ve araştırmacılar yolun arı ve duru akışını saçma sapan bilgilerle kirletmek amacını gütmektedirler. 15.yüzyılda başlatılan ulu ozanların öncesi hiç ozan yokmuş algısıyla hareket edilir. Bu düşünce Hacı Bektaşın, Taptuk Emre’nin, Abdal Musa’nın ve daha nice yol önderi görmezden gelinerek, Alevi yolunun temel taşlarından biri olan Yunus Emre yok sayılır. Oysa bu yedi uluların hepsine alevilerin sevgisi ve saygısı vardır ama bunlar hepsi Alevi kültürünün yarattığı değerler değildirler. Bunların arasında yalnızca Pir Sultan Abdal ve Kul Himmet bizim yolun erlerindendir. Şah İsmail Şii inancının kurucu mimarlarından olup Şii’dir. Diğerlerinin birçoğu Hurufi inancına mensup olup, diğerleri Hanefi ya da Şiidirler.
Ozanlar, eserlerinde acıyı, kederi olduğu gibi sevgiyi, aşkı ve güzellikleri de işledikleri gibi, ahlaki kuralları, gönül temizliği ve olgun insan olma yolunu içeren alevi yol bilgilerini de eserlerinde işlemişlerdir. Bu nakış nakış seçkin kelimelerle ördükleri yol ağında canlar yol gıdasını almışlardır. Onun için ozanlara türkü dokuyan denir. Bozguncu alet olarak gösterilip Osmanlı döneminde yasaklanan saz, Cumhuriyetin 1940 yıllarında “Köy Entitüleri” müfredatına, gerici bir kültürün ürünü olarak gösterilip dahil edilmez. Asırlarca baskılara, cezalara rağmen bir yol sorumluluğuyla inadına ve canı pahasına sazını ve sözlerini taşırlar.
Ozanlar, sözleri ve sazı ile Alevi cemlerinde ibadetinin yarısı haline gelmiş ve yolun bir yarısını taşımışlardır. Bazı Ozanların Alevi kökenli olmayıp Alevi kültürü içerisinde pişmiş ve yolumuza ışık olmuş, Harabi Baba gibi ozanlarımız vardır. Artık onları bizim değerlerimiz olarak kabul ederiz. Ayrıca alevi yolunu kadın-erkek omuz omuza sürdüren canlar arasında tesbit edebildiklerimiz bazı kadın ozanlarımız da vardır. Bunların sayıları az olmasına rağmen, kadın ozanlarımızın da isimlerini yazdık. Yola inandığı için sonradan aleviliğe geçmiş ozanların bazılarının isimlerini sizler için listeledik. Unuttuklarımız olabilir, bundan dolayı özür dileriz. Alevi mücadelesinde ciddi bedel ödemiş ve eserler vermiş öne çıkmış ozanlar hakkında az da olsa onları tanıtmaya çalıştık.