Anadolu toprağının yetiştirdiği ozanlardan “Hatayi” birden fazla olmaları, şiir ve edebiyat konusu olduğu için ancak uzmanlar bunları birbirinden ayırabilir. Yada kullandıkları farklı mahlaslardan anlayabiliriz. Hatayiler, eserleri içerisinde yol değerlerini bir kısmını günümüze taşımasını sağlayan ozanlardır. Hatayilerin deyiş, nefes, semah ve gülbenkleri her cem töreninde okunmaktadır. Cem’e katılan dede, ana ve diğer canlar özellikle şah beyitleri okunduğunda Hatayi veya Şah sözcüğü söylendiğinde ona, gıyaben niyaz (kıyam ederler) ederler, saygılarını sunarlar. oysa Alevi toplumu, bu deyişin veya duazın “Şah Hatai” veya “Şeyh Hatai” ye ait olduğunu algılamaktadırlar. Bizim ozanlarımız “Şah” kelimesini, şiirlerin son kıtasında kendi isimlerini veya Şah kelimesini kullanırlar. Şiirlerin son kıtaları aidiyet belirtir ki bu şiir yazmanın kabul gören ortak kuralı olarak kabul görür. Anadolu’da halk arasında herhangi bir şiir okunduğunda onun “Bu şiirin hatayisi kimdir” diye sorulur. Şiirlerin son kıtalarında kullanılan Hatayiler yazan, düzenleyen ve dillendirenin kim olduğunu belirtir.
Anadoluda Şah sözcüğü zamanı bilinmemektedir fakat eskiden beri kullanılan bir sözcüktür. Örneğin “Ana” sözcüğü Sümerler döneminde beri Anneler için kullanılan bir sözcük olup, günümüzde de söylenmektedir. O dönemlerde Osmanlı Padişahlarına Hünkâr, Sultan, Hükümdar ünvanları kullanılırdı. O dönemde Anadoluda popüler olan Şah sözcüğünü, Safevi şeyhi olan “Şeyh İsmail”, 1502 yılından sonra “Şah” ünvanını kullanmaya başlar. Osmanlı Devleti’nin de yöneticisi ve 9. padişahı yeminli Alevi düşmanı Yavuz Sultan Selim’dir. Yavuz Selim, bilindiği gibi Alevileri kılıçtan geçiren bir diktatördür. Alevi kasabı, elindeki Alevi kanı kurumadan dünyadaki bütün müslümanları temsilen, 88. İslam halifesi oldu. Sanata ve şiire düşkünlüğü bilinmektedir. Çaldıran savaşında Şah İsmail’in yenilgisiyle sonuçlanan savaşta, Yavuz Sultan Selim, İsmail’e ait ne varsa almak istediğinde ünvanını da kullanmaya başlar. Yavuz Selimin örnek Şiirlerinden;
Sanma Şahım
Sanma Şahım/herkesi sen/sadıkane/ yar olur
Herkesi sen/ dostun mu sandın/ belki/ ağyar olur
Sadıkane/ belki/ alemde bir/ serdar olur
Yar olur/ ağyar olur/ serdar olur/ didar olur (www.antoloji.com) . 11.5.2001
Yavuz Sultan Selim’in örnek şiirinde kullandığı Şah mahlası ile Şah İsmail’e hitaben yazmayacağı kesindir. Kendine unvan vererek, şiir dilinde Farsça’yı kullanarak pek çok şiir ve nesir kaleme aldı. Şiir yazmada o kadar mahirdi ki, dönemin İran şahına dahi Farsça kaleme aldığı şiir ile rekabet etmiştir. Yavuz Sultan Selim’in kaleme aldığı başka bir dörtlüğünde ise;
Bülbül gibi gülistan bostandan ayrı düştüm
İstemem altın kafes vatandan ayrı düştüm
Ey gam öldürme beni bu hicran gecesinde
Zira bir güneş yüzlü handandan ayrı düştüm
(www.fikriyat.com) 09.02.2024
Yavuz Sultan, biraz daha yaşasaydı, Şah mahlası ile şiirler yazmaya devam etseydi, Alevilerin Yavuz’u anmaları tabii ki beklenemez. Fakat yine de adam şah mahlasını kullanmış.
Safevi Şii Şeyhi Şah İsmail, Azeri Türkçesiyle şiirler, beyitler, rubailer ve mesneviler yazan bir şairdir. İran Şahı Hatai, şiirlerinin mahlaslarında sadece “Hatai” yi (Şah Hatai’yi kullanmaz) kullanır, Şahın yazdığı eserlerin Alevi inancı ve yoluyla alakası yoktur. O kendi Acem kültüründen ve edebiyatından esinlenmiş ve kendi edebiyatına katkı sağlamıştır. Şah İsmail’in külliyatı adlı eser British müzesinde vardır.
Nejat Birdoğan’ın yapmış olduğu Şah Hatai kitabında aruzlu şiirlerinin Azeri Türkçesinden dilimize çevrilmiş olarak sunulan örnek çalışmalardan;
Eyledim bünyan evvel bende ez nam-ı huda
Ol yaratmış server-i Merdan Aliyyü’l Murtaza
Aziz olma ey gönül münkir gerekmez ehl-i dil
Haktaala buyruğudur mür elinde ejdeha
İt rakipler tan ederse Hatai Hakk’a sal
Olma gamkin kim sana kıldığnı haktan tapa… (Birdoğan, 2001: 189).
Ne Kadar da Türkçeleştirseler, kelimelerin tam karşılığı bulunmadığında uyum ve ahenk bozulacağından bazı kelimelere dokunulmadığını düşünmekteyiz. İran Şahının külliyatı içerisinde günümüz Türkçesiyle uyumlu bir dille yazılmış Pir Sultanın şiirleri de mevcuttur. İsteyen canlar inceleyebilirler. Şah İsmailin eserlerini Cemlerde dillendirdiği algısını yaymak, Şii İsmail’i Alevi yapmaktır. Yedi uluların içerisinde yer verilen bu şairi posta oturtup cem yapmasını söylemektir. Talip, Musahip, Pir, Ana, Dede ve Kadın erkek eşitliği Şah İsmail Kültüründe yoktur. Oysa Şah İsmailin cem yaptığı, musahibinin kim olduğunu, döndüğü semahlardan kimse bahsetmez ve hiçbir tarihçi yazamaz. Çünkü yoktur.
Osmanlıda vergilerin yüksek olması, yoksuluk, açlık ve devletin Kızılbaş, Çepni, Tahtacı kesimlerine fazla baskı yapıp sürekli sürgünler yaşatması, yaşamı çekilmez hale getirmişti. Abdal Musa’nın eski mekânı ve dergâhı olan Antalya, Teke civarında, 1511 yılında İsyan başlar. İki kez Osmanlı ordusu yenilgiye uğrar. Bursa yakınlarına kadar gelen İsyancılar, daha sonra yönünü Anadolu içlerine çevirir. Bu dönemi Osmanlının saray tarihçisi, Hoca Sadeddin’nin Tacü’t- Tevarih adlı çalışmasından alıntılayan Birdoğan’dan alıntılayarak anlatalım. Birkaç kez Osmanlı ordusunu yenen, sonunda bastırılan Şahkulu ayaklanmasından kurtulanlar, Safevilere sığınır. Şah İsmail ile Osmanlı padişahı, 2. Bayezid arasında saygı ve sevgiye dayalı bir ilişki var, ondan dolayı Şah İsmail, 2. Bayezid’e baba diye hitap etmektedir. Şah Kulu osmanlı ile tutuştuğu savaşta Erzincan yöresinde yaralanır ve hakka yürür. kalanlar ise canlarını kurtarmak için Safevilere sığınırlar. Sığınanlar Şah İsmail tarafından sorguya çekilir. Şah İsmail; “Babam Sultan Bayezid Han Hazretlerinin koruyucu gölgesinde bunca zamandan beri çoluk çocuğunuzla ferahlık içinde yaşarken ne de gerekti ki boynunuzdan bağlılık lalesini çıkarıp ayaklanma doruğuna tırmandınız? Verilen yanıtları, yalvarlamaları benimsemeyen Şah İsmail kendilerine acımadı. “Müslüman kanı dökmek gaza değildir.” Deyip, tüm beyleri öldürttü, geri kalanları bağışladı. Bu olaydan kısa bir süre sonra Sivas Koyulhisardan başlatılan isyanla Sivas kuşatılır. 20 Temmuz 1512’de ayaklanmanın önderi Nur Ali Halife öldürülünce, isyan sona erer. Bu dönemde Osmanlı tahtında Yavuz Selim oturmaktaydı. Bu olayın da Şah İsmail’in çıkarttığı iftira olarak atılır. Savaştan kaçan insanları, kaynar kazanlara attırarak, öldürttüğünü bazı tarafsız tarihçiler yazmaktadırlar (Birdoğan. 2001:17).
Kısaca özetlersek, Şah İsmail ve Yavuz Selim dönemi, tarımla ve hayvancılıkla uğraşarak gelir elde etme dönemidir. Tek gelir kaynakları bu uğraşla elde ettikleri vergilerle ordular ve saraylar beslenir. Onun için ne kadar fazla toprağın ve üzerinde çalışacak insanın varsa ve ne kadar fazla hayvanlar olursa daha fazla zengin olursunuz anlayışı temelinde savaşırlar. O dönemde savaşların tamamında din ve inanç farklılıkları gerekçe edilmekteydi. Bu iki imparatorluk arasında kalan, onların ikisinde de farklı olan bugünkü adıyla Aleviler defalarca kırım ve sürgün yaşamışlardır. Tamamen yok olmaktansa bir uzlaşma yolu olarak Hz. Ali ve Ehl-i Beyt taraftarları olduklarını kabul etmişler. İmparatorlukların asimilasyonları dışında kendi istekleri ile kendi cemlerine ve dualarına Muhammed’i ve Ali’yi montajlayıp, deyişlerindeki Hatayi’lerini de, Şah Kulu yiğitlerini öldürten, Safevi Şah Hatai’sine evirmiş ve yaratılan bu algılarla beş yüz yıldır taşımaktalar.
Anadolunun Toprakları üzerinde, Alevi kültürel yapısı içerisinde gıdasını alan ve aynı zamanda, Güzel yazma, genellikle estetik kurallara bağlı kalarak ölçülü yazma sanatı olan Hat sanatına Alevi yol bilgilerini işlemişlerdir. Ozanların sözlü hitapları ile mahlas olarak kendilerine;
- Can Hatayi
- Derdimend Hatayi
- Derviş Hatayi
- Hatayi
- Hatayi Baba
- Kul Hatayi
- Pir Hatayi
- Sultan Hatayi
- Şah Hatayi
- Şıh Hatayi
Eseri yazanlar olarak son kıtalarına işlemişlerdir. Hat Arapça ‘hatt’ mastarından türeyen yazı, çığır, yol ve çizgi anlamına gelmektedir. Hat kelimesi, terim olarak “Arap yazısını estetik ölçülere bağlı kalıp, güzel bir şekilde yazma sanatı (hüsn-i hat)” anlamında kullanılmıştır. Ansiklopediler kaligrafi sözcüğünün karşılığı olarak, 16. yüzyılda Hat sanatı ya da hüsn-ü hat veya kaligrafi yazı sistemleri ve yazı öğeleri kullanılarak geliştirilen, sıklıkla dekoratif amaçla kullanılan, bir görsel sanat türünü oluşturdu. Selçuklu ve Osmalı döneminde çokça tercih edilen ve hattatlar tarafından adeta bir inci gibi işlenen hat sanatı günümüzde çağdaş bir tanımı ise “işaretlere anlamlı, ahenkli ve hünerli bir şekilde biçim verilmesi sanatı” şeklindedir. Belirli bir yazı stiline yazı tipi, hat türü, el veya alfabe gibi tanımlanabilir.
Şiir yazanlar yazan çizen anlamında kullandığı “Hat” sözcüğüne Türkçeye uyum ve lirik bir ifade sağlaması için Hatayi veya Can Hatayi gibi kelimenin önüne ve arkasına ek getirerek farkındalık yaratmıştır. Ayrıca Osmanlı topraklarında şiirin, deyişin ve sazın yasak olduğunu Şeyhülislam Ebussuud Efendi kadısı fermanlarından bilmekteyiz. Anadolu Hatayileri diye isimlerini verdiğimiz ozanlarımız hakkında hiçbir tarihsel kaynak yoktur. Bu duruma bir yorum yapmak gerekirse; Şiir yazan ve okuyan tespit edilirse idamdan başlayan cezaları göze alması gerekmektedir. Cezalardan kaçınmak için Safevi Şahı algısı yaratma ihtiyacı duymuş olabilirler diye düşünmek gerekir. Şah İsmail ise şiirlerinin tamamında “Hatai” şeklinde yazmıştır. “yi” eki Şah İsmail’de yoktur. Fakat algı mühendisleri bunların ne kadarını değiştirdi bilinmez.
Özellikle Hatayiler ve “Hatai” şiirlerinin analizini ancak dilbilim uzmanları olan linguistikçiler, morfoloji ve fonoloji uzmanlarının çalışma yapmaları ile netlik kazanacaktır. Bizler bu çalışmamızda toplumda bütün” Hatayi”li mahlaslı yazılan şiirlerin, Safevi Şii önderi Şair Şah İsmail’e mal etmenin algısının toplumda yanlış yer ettiğine vurgu yapmak istedik. Yaratılan bu yanlış algının günümüzde hala sürdülmesini sağlayan bazı Dedeler ve Ozanlar hatalarının farkına varıp yaratılan yanlış algının yönetilmesini sonlandırırlar umudundayız.
Eserlerinden Bazıları:
Gerekmez
Yolcu yürüyorsan ihlas Hak ile
Zerrece gönlünde güman gerekmez
Sil süpür evini kalbin pak eyle
Gönül aynasıdır duman gerekmez
Bir kişinin eli her yerde olsa
Hiç fayda getirmez terkisi dolsa
Musahibden gizli lokmalar alsa
Ondan sana gelen iman gerekmez
Musahib mürebbi yolda bir kişi
Dili söyler amma dokunmaz dişi
Tamama erdirir tuttuğu işi
Er yükü gevherdir saman gerekmez
Mürebbi müsahip cesette canım
Mürebbi imanım müsahip dinim
Aşinayım yolda aksa da kanım
Önü yahşi sonu yaman gerekmez
Can Hatayi’m derki düştük bu derde
Zavallı sofudan kalkmıyor perde
Gördün ki bir lokma geldi bir yerde
O lokma çiğ ise yemen gerekmez
Gel
Bağdan bağa öte öte
Bülbül gel bizim bağa gel
Bizden sana gelmez hata
Bülbül gel bizim bağa gel
Her gülü bitirir toprak
Gövdeden yetirir yaprak
Temaşa eyle renge bak
Bülbül gel bizim bağa gel
Gül gönüllerin yasıdır
Cümle çiçeğin hasıdır
Gülü sevmeyen asidir
Bülbül gel bizin bağa gel
Birbirinin serindendir
Güzellerin terindendir
Alnındaki nurundandır
Bülbül gel bizim bağa gel
Ağlar Can Hatayi’m ağlar
Yar yitiren kara bağlar
Yaz bahar olduğu çağlar
Bülbül gel bizim bağa gel
Geldim
Aman hey erenler mürüvet sizden
Öksüzüm garibim ihsana geldim
Bu yetim halime merhamet eylen
Ağlayı ağlayı meydana geldim
Şah’ın bahçesinde bir garip bülbül
Efkarım artmakta halim pek müşkül
Koparmadım asla kokladım bir gül
Kafir oldum ise imana geldim
İkilik perdesi yoktur özümde
Birliktir muradım özüm sözümde
Gece gündüz daim Hak niyazında
Kıblegahım Şah’ı Merdan’a geldim
Gönül şahinini saldım havaya
Akıl sefinesin vermişim zaya
Yüzüm süregeldim ben hak-i paye
Derdimend Hatayi ihsana geldi
Hacı Bektaş
Gece gündüz hayaline yanarım
Bir gece rüyama gir Hacı Bektaş
Günahkarım günahımdan bizarım
Özüm dara çektim sor Hacı Bektaş
Yandı bu garip kul nedir çaresi
Yine tazelendi yürek yaresi
Onulmaz dertlere derman olası
Bu senin bendindir sar Hacı Bektaş
Derdimin dermanı yaramın ucu
Dört güruh mevcuttur güruh-i Naci
Belinde kemeri başında tacı
Yüzünde balkıyor nur Hacı Bektaş
Sadıkların sıdkı aşığın renci
Pirlerin hem piri gençlerin genci
Hem derya hem sadef hem dür hem inci
Hem umman hem ırmak göl Hacı Bektaş
Gahi bulut olup göğe ağarsın
Gahi yağmur olup yere yağarsın
Ay mısın gün müsün kanden doğarsın
Ilgıt ılgıt eser yel Hacı Bektaş
Arının yaptığı bala benzersin
Şu gurbet illerde gönlüm eğlersin
Bend edip de ikrarına bağlarsın
Sailin sattığı kul Hacı Bektaş
Derdimend Hatayi eyler niyazı
Ulu pir katardan ayırma bizi
Bu mahşer günüdür isteriz sizi
Özümüz dardadır car Hacı Bektaş
Bizim
Eğer tarikatten haber sorarsan
Ol Şah-ı Mardan’dır pirimiz bizim
Göregeldiğimiz yeri ararsan
Kırklardan ayrılmış sürümüz bizim
Biz kamiliz kamile kem bakmayız
Rıza katarında taşra çıkmayız
Cehenem var diye korku çekmeyiz
Burda sorulmuştur sorumuz bizim
Şükür olsun gerçeklere baş koştuk
Çiğimiz kalmadı güzelce piştik
Ne yoldan ne farzdan sünnetten düştük
Bine sayılmıştır birimiz bizim
Kazancı meydana hemen getirin
Eksiği var ise siz de bitirin
İşte musahiplik yurdu oturun
Bir can gediğidir erimiz bizim
Derviş Hatayi yol erkan sürenler
Her dem pişman olur bunda yelenler
Bin kana bir mürvet dedik erenler
Gerçekler yeridir darımız bizim
Bulunur Mu?
Evvel başta kulak verelim şuna
Aşktan daha iyi din bulunur mu
Eyüb şükür ile erdi lutfuna
Yabancı arıda bal bulunur mu
Ahmet çıktı arşa cevlan eyledi
Hakk’ın cemalini seyran eyledi
Halil İsmail’i kurban eyledi
Ab-ı zemzem gibi göl bulunur mu
Bizimçün kurulu dünyanın yayı
Tarifine yetmez harf ile sayı
Hayli seyr eyledim güneşle ay’ı
Ol mehpare gibi ay bulunur mu
Hak yeri gönüldür hem köşkü yüce
Ne fetva kar eder ne molla hoca
Dosta pervanedir gündüzle gece
Öyle bir mübarek gün bulunur mu
Sekiz uçmak yedi tamu kapısı
Toplanan kulların geldi hepisi
Korkusun çektiğim sırat köprüsü
Ondan ona doğru yol bulunur mu
Hazır olun yüce divan kurulsun
Sağından solundan defter verilsin
Hak sahibi hakkım deyü sarılsın
Orda yalancıya yer bulunur mu
Derviş Hatayi’m der şahım da bile
Bir amel kazan ki temel edile
Cennet-i alaya var güle güle
Girip soranlara yer bulunur mu
Arif Ol
Bir güzelin vücudunun şehrine
Bak nazar eyle de hemen arif ol
Metaını indir dükkan içine
Yok nazar eyle de hemen arif ol
Seyret özge erenleri göresin
Tabib sarar yüreğinin yarasın
Meydan açıp muhabbetin çırasın
Yak nazar eyle de hemen arif ol
Hercai güzele koşma başını
Hercailik edip atar taşını
Müşteri bulursan çöz kumaşını
Dök nazar eyle de hemen arif ol
Beş vakit farzdan da sünnetten de kaç
Özüne danış da müşkülünü seç
Hakikat tarlaya marifeti saç
Ek nazar eyle de hemen arif ol
Hatayi’m der rahmetmezem yalana
Özün teslim eder kendi gelene
Hak Adem’dir Adem Hak’dır bilene
Bak nazar eyle de hemen arif ol
Var
Vücudum şehrini seyran eyledim
Bir köşenin yetmiş iki yolu var
Evvel altmış altısına uğradım
Onbirinin türlü türlü hali var
Yedi kapı vardır arşın katında
Dördü zahirinde üçü batında
Gördüceği bir kişinin zatında
Üçyüz altmış altı yeksan kulu var
Bir bedestanı var kırk da dükkanı
Bini alır bir sarraftır satanı
Dört direği on ikidir nişanı
Türlü türlü gevheri var la’li var
Kimse bilmez ol gevherin kıymetin
On dört kalesi var yapısı metin
Kalenin kilidin açması çetin
Kilidinin otuz iki dili var
Destur olmayınca ben açamadım
Kıldan köprüsü var ben geçemedim
Ağlayıp güleni ben seçemedim
Ondan gayrı daha çok müşkülü var
Karıncanın göğe ağdığın gördüm
Baykuşun deveyi sağdığın gördüm
Bir anadan beş kız doğduğun gördüm
Bir babanın doksan dokuz oğlu var
Doksan dokuz oğlan ne yedi içti
Beş kızın lebinde gülleri açtı
Oğlanın birisi deryaya düştü
Oynar güler yüzer hala gölü var
Biri dört eri var hala kızım der
Biri beş anam var ben öksüzüm der
Biri on kuzum var dahi bozum der
Ol koyunun memesi yok südü var
Ol koyunun südü ne tatlı acı
Onun ona göre vardır muhtacı
Mebdeyim bahçede üç gül ağacı
Herbirinin on altışar gülü var
On gülün birine elim uzattım
Gülü şimdi alma dedi bozatlım
Bülbüllerin marifetin gözettim
Gülşanı yok amma kırk da dili var
Hatayi’m bu sırra ereyim dersen
Şardaki sultanı göreyim dersen
Sualsiz cennete gireyim dersen
Hak cemine diri değil ölü var
Bulmalı
Serseri meydanı değil bu meydan
Gafil yürümeyip hazer olmalı
Geri dur veyahut düş yaman huydan
Öz özünde özge zikir bulmalı
Efsaneden beri eyle halini
Rıza ile sen bend eyle dilini
Hilhattan temaşa eyle yolunu
Tenin kesip kanın o dur bulmalı
Gaziler nadanı istemez nider
Her ot kökü üzre uzayıp gider
Çekirdek telifi aslına eder
Arayıp bir özge bimar bulmalı
Hatayi Baba der dönen nadandır
Ol dergaha doğru giden kervandır
Musahib mürebbi dindir erkandır
Bir er bu dergaha yeder bulmal
Talib İsen
Eğer talib isen bu diyarı gez
Marifete koymasınlar çobanı
İlimin irfanın kıymetin bilmez
Girer marifette söyler yalanı
Mahluku kovdular ün etti deyi
Şeytanı kovdular kin etti deyi
Nefisler öldürdün kan ettin deyi
Anda tutsak eylediler Şaban’ı
Kırdığını elin ile saragör
Mamur eyle dört duvarın öregör
Kendi günahını kendin göregör
Bir gün sana sual sorar zebani
Kendini koyup da eli söyleyen
Haddinden aşırı derya boylayan
Günbegün üstüne günah eyleyen
Kızgın sac üstünde yanar tabanı
Hatayi Baba’yım böyle söylerim
Evliya yoluna meyil bağlarım
Ben ağlarsam garip garip ağlarım
Herkesin çektiği kendi cananı
Abdal Musa’ya
Genç ilinde gonca gibi görünen
Yalvaralım Pirim Abdal Musa’ya
Şems ü kamer gibi dolup dolunan
Yalvaralım Pirim Abdal Musa’ya
Dervişleri ak giyerler durudur
Kuduretten akıp gelen hurudur
Nesli Ali kendi Hakk’ın nurudur
Yalvaralım Pirim Abdal Musa’ya
Holope’nin Elmalı’nın bekçisi
Takelü’nün evliyası gözcüsü
Hacı Bektaş ocağının aşcısı
Yalvaralım Pirim Abdal Musa’ya
Muhabbet dalında pembe gülümüz
Hakikat bendinden gelir selimiz
Kul Hatayi’m ayrılıyor yolumuz
Yalvaralım Pirim Abdal Musa’ya
Olmuş Olmamış
Ayn-i cem olmuşlar neye bahane
Kalbi kallaş naşi olmuş olmamış
Halim arz eyledim halden bilene
Beyhude halimden bilmiş bilmemiş
Gözü çıksın kem bakanın yoluna
Meyil verme her insanın kaline
Bir baz konsa bir şaşkının koluna
Yaban kuşu sanır konmuş konmamış
İçer meyin mestanelik suyunu
Her nedense öğrenmemiş huyunu
Cömert sofrasından alır payını
Nakes nimetini almış almamış
Firavunluk etmiş yolundan kalmış
Edepten erkandan ikrardan olmuş
Hakikat abdestin almadan ölmüş
Mundardır bedeni ölmüş ölmemiş
Kaynar aşk kazanı aşı taşmaya
Bir kulun yolsuza yolu düşmeye
Kabın almış gider kuru çeşmeye
Anlamaz ki kabı dolmuş dolmamış
İkrar iman yoktur ol Hakk’a asi
Topuz oldu yalancının cezası
Yetmez menziline yoktur sırası
Ha bir baykuş dağda kalmış kalmamış
Kul Hatayi’m eyder derdim ziyade
Yad ilen içilmez yarsız bu bade
Yar oldur mahşerde şefaat ede
Yüze gülücü yar olmuş olmamş
Sabahtan
Sabah seherinde niyaz eylerim
Yüzbin günah etsem geçer sabahtan
Varıp müşkülümü ol pire derim
Pirim günahımdan geçer sabahtan
Kim fikr etmez tama eder akçaya
Akçesini verin türlü bohçaya
Bülbül feryad eder güllü bahçeye
Güller göz yaşını döker sabahtan
Musahib olanlar ileri gelsin
Aşnası olanlar şad olsun gülsün
Kırkların ceminde irfana girsin
Kırklar bize yardım eder sabahtan
Akşam olur güneş erer seyrine
Talip olan hub çevrilir pirine
İki gönül düşse biribirine
Hak muratlarını verir sabahtan
Dünyanın ötesi göçe göç imiş
İkrardan dönenin sonu hiç imiş
Hakk’ın divanında belli suç imiş
Pir Hatayi’m göçtü gider sabahtan
Söyler
Ağ deniz dibinde bir ceme vardım
Oturmuş üç kimse bir mana söyler
Aman mürvet dedim darına durdum
Kırkların gittiği irfanı söyler
Gelin bu kırkların meyinden için
Evvel pazarlıkla özünüz seçin
Habib’in Hakk’ına verdiği koçun
O da İsmail’e kurbanı söyler
Cebrail kuş olup nura konunca
Gökten yere bol ırahmet inince
Dev ardına bakıp Şah’ı görünce
Üçyüz yıldan sonra amanı söyler
Oğlanı getirdi Selman çiğninde
Zühre yıldızını gördü alnında
Batın sırrı zahir oldu halinde
Ol demde sürdüğü devranı söyler
Veyis kalktı yer yüzünü aradı
Deryanın dibinde bir didar gördü
Muhabbet durmadı hep böyle sürdü
Şimdi Pir Hatayi’m zamanı söyler
Nazar Eyledi
Hak kendi cismime nazar eyledi
Kuduretten doldum dolu zat ile
Hak birdir Hak ile vücuda geldi
Çar anasır ile şeş cihet ile
Pirler nefesiyle uğradık ceme
Gönlümüz şaz oldu girmeyiz gama
Mübarek ismini verdi ademe
Bist ü heşt ü hazret yedi hat ile
Açarsan perdeyi ayan edersin
Hakk’ı öz kalbinde beyan edersin
Sanma ki işinde ziyan edersin
Mehdi de bendedir mucizat ile
Dükkanlar çağrışır dili bendedir
Bülbüller çağrışır gülü bendedir
İnsin cinsin dahi hali bendedir
Musa da bendedir Kelimat ile
Ben de şu cihana uğradım geldim
Bir pınar üstüne bin yaprak oldum
Güç ile nadana hükümet kıldım
Elimde nişanım hoş berat ile
Bize na-hak diyen nekes nic’oldu
Vücudu dopdolu endişe doldu
Okuyup tınmayan molla hac’oldu
Dürüst abdest aldım taharet ile
Görün şu mollayı yolundan azmış
Ferayi ferayi hat ile yazmış
Kefenim biçtirmiş kabrimi kazmış
Ben o kabre girmem bu sıfat ile
Oruç da namaz da hac da bendedir
Yoksul da geda da uc da bendedir
Tamuda o kızgın sac da bendedeir
Haşir neşir bende kıyamet ile
Medet mürvet canım Sultan Hatayi
Eşiğin kemteri kulun gedayi
Bize yardım eyle masumlar payı
Bir kerem ihsan et hoş sıfat ile
Dediler
Dün gece seyrim içinde
Kalk kapıyı aç dediler
Arif isen gir dükkana
Münkir isen kaç dediler
Bunda dirim var ölüm var
Hanlar içinde zalim var
Otuz kapıda talim var
Bilir misin hiç dediler
Bir ferace örtüsü var
Ne istersen hepisi var
Üçyüz altmış kapısı var
Gel birine uç dediler
Cennet bağının gülüyüm
İçindeki bülbülüyüm
Binbir kapının diliyim
Anahtarsız aç dediler
Şükür olsun gördük Hakk’ı
Cevahirden tuttuk yükü
Yolda bezirgan gördüm ki
Kırk sekiz yoldaş dediler
Sultan Hatayi’m der sırdan
Binbire yazıldık birden
Nicesi göçtü bu yerden
Sen de durma göç dediler
Görebilirsen
Gerçek erenlerin kurduğu yoldur
Ak üstünde ağı görebilirsen
Tanıyan itikat söyleyen dildir
Hakikat bahrine dalabileirsen
Gel derler de seni ceme çekerler
Evvel bildiğini yana atarlar
Ondan sonra yularından tutarlar
Yettikleri yere varabilirsen
Ahtı çürük olan ummana dalmaz
Özü Hakk’a vasıl olan can ölmez
Bugünkü hesaplar yarına kalmaz
Bunda sualini verebilirsen
Yola beli diyen can ulu olur
Kudret küresinden hep eli olur
Dünyadan ahrete doğru yol olur
Verdiğin ikrara durabilirsen
Teslimiyet seni yola getirir
Eksik olan işlerini bitirir
Bir kardaşın olub Hakk’a götürür
Özünden fenayi sürebilirsen
Evvel müsahiple elin el olur
Mürebi yanında pişip hal olur
Üstad nazarında yanıp kül olur
Külli varlığını verebilirsen
Şah Hatayi’m eydür yola getiren
Yerini bekleyip posta oturan
Talibi rehberdir Hakk’a yetiren
Cennette Rıdvanı görebilirsen
Kerem Eyle
Gevherin geçmeyen yerde
Satma kardaş kerem eyle
La’l taşını çay taşına
Katma kardaş kerem eyle
Gördüm bir yerde aşina
Her ne dersen öz başına
Yol taşını yol kuşuna
Atma kardaş kerem eyle
Gördünse bir yerde rakip
Neylersin yüzüne bakıp
Münkiri katara çekip
Yedme kardaş kerem eyle
Akıl serde gerek serde
İkrarı erdedir erde
Sakın istenmeyen yerde
Bitme kardaş kerem eyle
Hakk’a kul ol olma asi
Silinsin kalbinin pası
Kötü sözü bed nefesi
Tutma kardaş kerem eyle
Dostunun iline varıp
Tomurcuk güllerin derip
Bahçelerde garip garip
Ötme kardaş kerem eyle
Firdevs güllerinden misin
Oğul ballarından mısın
Hakk’ın kullarından mısın
Gitme kardaş kerem eyle
Şah Hatayi’m n’ettin pire
Yazılanlar gelir sere
Okun görünmeyen yere
Atma kardaş kerem eyle
Ağlar
Bir yol erkan usul bilmez elinden
Usul ağlar erkan ağlar yol ağlar
Bülbülün figanı gonca gülünden
Bülbül ağlar diken ağlar gül ağlar
Kamil olanların bellidir yeri
Aşk yoluna koydum can ile seri
Hakk’ın didarını görelden beri
Sazım ağlar murat ağlar tel ağlar
Göz yaşım coşarsa akar bu seller
Açılmış laleler kırmızı güller
Çalınır davullar söyleşir diller
Oba ağlar gelin ağlar il ağlar
İyi ile konuş olasın iyi
Felek iyi bilir paşayı beyi
Bu çarkın elinde el’aman deyi
Hünkar ağlar vezir ağlar kul ağlar
Şıh Hatayi’m neler gelir dilinden
Hakikat kuşağın çözme belinden
Nice özün bilmez derviş elinden
Hırka ağlar aba ağlar şal ağlar
Kardaşlar
Gelin yola böyle bakman kardaşlar
Yarın anda kıl köprüler kurulur
Hakk’ın divanında sorgu sual var
Cümle mahluk gelir anda derilir
Mevcuddur cehennem cennette onlar
Od ile turabdan biçilir donlar
Rehberin emrinde olmayan canlar
Yüzün dönmüş cehenneme sürülür
Gördüm diyen göze miller çekerler
Ayağı altına diken dikerler
Münkir olanları od’a yakarlar
Talibin günahı bunda sorulur
Her halife kendi mührüyle gelir
Özün tanıyanlar mürşidin bulur
Yol gözedir huri melekler olur
Varır anda obasına derilir
Yol oğlundan bahçenizi sakınman
Yiyip yediriniz sakın koruman
Musahipsiz yedi adım yürümen
Yalınız yürüyen hemen yorulur
Şıh Hatayi ta ezelden ahdlidir
Yol yıkan yoloğlu çok günahlıdır
İkrar ehli olan cennet ehlidir
İnkâr edenlerden günah sorulur
Kaynak:
- Ahev.
- Birdoğan, Nejat (2001), Şah İsmail Hatai, Kaynak yayınları, İstanbul